Gizlerdi Kendisini

Bir an geri durmazdı, Rabbine ibâdetten, Buna rağmen kendini, gizler idi herkesten. Kalbi Resûlullah'ın, dolu idi aşkıyle, Aslâ unutmuyordu, Rabbini bir an bile. Kimseyi incitmedi, incinmedi kimseden, Her hâli insanlara, ibret oldu tamamen. Resûlullah, vasiyet, etmişti sahâbeye, (Bu hırkamı götürüp, verin Veysel Karânî’ye.) Alî bin Ebî Tâlip, bir de hazret-i Ömer, Bu mübârek hırkayı, Kûfe’ye götürdüler. Sorup araştırdılar, onu Kûfelilerden, Lâkin tanımadılar, Üveys’i târiflerden. Dediler: “Üveys diye, biri var bu beldede, Lâkin aradığınız, o değildir herhâlde. Zîrâ divânedir o, çok tuhaftır hâlleri, Anne denen vâdide, deve güder ekserî.
Kaçar hep insanlardan, hiç gelmez aramıza, Çok zaman yalnız olur, sokulmaz yanımıza. Halk ağlasa o güler, herkes gülse o ağlar, Böyle garip biriyle, sizin ne işiniz var?” Hazret-i Ömer Fârûk, buyurdu ki cevâben: “Odur aradığımız, gösterin bize hemen.” Sonra târif edilen, mahâle yürüdüler, Yaklaşınca, Üveys'i, namaz kılar gördüler. Bekledi Ömer Fârûk, bitirdi namâzını, İletti hemen sonra, Resûl’ün selâmını. Dedi: “Resûlullah'ın, size selâmları var,
Şu kendi hırkasını, size etti yâdigâr.” Ve buyurdu ki: “Üveys, giysin de bu hırkayı, Günahkâr ümmetime, bol eylesin duâyı.” Veysel Karânî sevinçten, şaşkına döndü birden, Resûl’ün hırkasını, alarak ellerinden, Sevgi ve saygı ile, öpüp sürdü yüzüne, Üzerine kapanıp, duâ etti Rabbine: “Yâ Rabbî, bu mübârek, hırkanın hürmetine, Merhamet et günahkâr, Muhammed ümmetine.” Lâkin Veysel Karânî, kalkmadı yerden heman, Onlar başı ucunda, beklediler çok zaman. Öyle uzun sürdü ki, pekçok merak ettiler, “Acabâ emr-i Hak mı, vâki oldu?” dediler.
Hatta endîşeleri, çoğaldı beklemekten, Seslendi Ömer Fârûk, “Yâ Üveys!” diyerekten. Başını kaldırarak, buyurdu ki: “Yâ Ömer, Az daha bekleyip de, çağırsaydınız eğer, Rabbim affediyordu, bu ümmeti tamâmen, Çağırdınız, bir kısmı, kaldı affedilmeden.” Bu Üveys-i Karânî’nin, hürmetine İlâhî, Bu sevgiden bir nebze, ihsân et bize dahî