Ücra bir kasabadan kopup geldiği koca şehirde büyük bir şirkette iş bulmuş, karınca
kararınca geçinmeye başlamıştı. İçinde, volkan gibi kaynayan yükselme hırsı, onu kısa
zamanda yukarılara taşımış, büro memurluğundan şefliğe, oradan da birim amirliğine
kadar çıkarmıştı. Bu şirkette en tepe noktaya oturana dek sürecekti mücadelesi.
Azimliydi. Hedefleri için ne gerekliyse yaptı. İlerlemeyi düşünen insana ilkokul diploması
ciddi bir engeldi. Önce ortaokulu, sonra liseyi dışarıdan bitirdi. Çalışanlar için hobi haline
dönüşen açık öğretim fakültesi diplomasını almak onun için hiç de zor olmamıştı.
Hedefleri için şampiyon satranç ustası gibi davranıyor, yolunu kesenleri piyon devirir gibi
harcıyordu. Öylesine atik ve kurnazdı ki; olayların ondan kaynaklandığını kimse
kestiremiyordu. Önce müdürlük koltuğuna aday olanları elemekle başladı işe. En güçlü
22rakibi hakkında her fırsatta dedikodular üretti. Dürüst, temiz olarak tanınan müdür
yardımcısı, birkaç ay içinde herkesin şüphe ile baktığı, çaktırmadan çalan bir hırsıza
dönüşüvermişti. Herkes söylenenlere öylesine inanmıştı ki, durumun genel müdürün
kulağına gitmesi fazla vakit almadı. Bir gün hiçbir açıklama yapılmadan emektar adam
kapı dışına kondu. Engel kalkmıştı artık. Bir hafta sonra genel müdür onu çağırarak:
“Birim amirliğine sizi düşünüyoruz” dedi. Gözleri fal taşı gibi açıldı, hırsını içinde
saklayarak sahte sözlerle: “Bilmem ki, benden daha tecrübeliler var efendim, uygun
düşer mi?” diye geveledi. Genel Müdür: “Sizi uygun bulduk, hayırlı olsun” dediğinde,
“Nasıl münasip buyurursanız efendim, teveccühünüze layık olmak için gayret edeceğim
efendim.” diyerek yaltaklandı.
Önü açılmıştı. Ama bir sorun daha vardı. Bürolardan birinde oldukça uyanık, fakülte
mezunu biri daha vardı. Kendisinden çok bilenlerin yanında olmasına hiç mi hiç
tahammül edemezdi. Bir yolunu bulup onu da başka bir departmana tayin ettirmeyi
başardı. Eğitimi ve birikimi ile hiç alakası olmayan birime verilen genç adam,hayata
kahrederek şirketten istifa etti. Kör, bir göz istemiş Allah iki tane vermişti adeta.
Yıllar içinde basamakları bir bir tırmandı. Onunla birlikte girenler, hâlâ alt kademelerde
çabalarken kısa sürede aldığı mesafe saf akıllılarda imrenme uyandırırken, durumdan
şüphelenenler hasetle bakıyorlardı. Makam olarak yükselişine paralel olarak maddi
açıdan durumu gözle görülür biçimde iyileşmiş; evleri, arabaları, yazlıkları olmuştu. Genel
Müdürün emekli oluşu ile birlikte şirket yönetim kurulu kendisini genel müdürlüğe
atamakta gecikmedi. Yüzlerce insan ve trilyonluk bütçe emrindeydi artık. Bağlılığı, atılımı
üyelerin gözünü doldurduğundan bir miktar hisse verilip ortak olması da sağlandı. On
yıllık bir zaman diliminde yaşadığı gelişmeler, başarı kitaplarına geçecek çapta örnek
yaşam öyküsü oluşturuyordu.
23Her yokuşun bir inişi, her yükselişin bir zevali vardı. Doğan güneşin batmadığı
görülmemişti. Ama o, bu gerçeği, değil itiraf etmek, aklına dahi getirmek istemiyor,
başarıyla yoluna devam edeceğini, yöntemine uygun davrandıkça hiç düşmeyeceğini
düşünüyordu.
Gün geldi ülkede yaşanan genel kriz havası şirketi de etkilemeye başladı. Mallar ihraç
edilemiyor, siparişler elde kalıyor, ödemeler gecikiyordu. Kemer sıkma başlamıştı artık.
Önce personel sayısı azaltıldı. Uzman ve kıdemli olsalar dahi insanlar tek tek çıkarılıyor,
yüklü tazminatlar, mahkemeler birbirini kovalıyordu.
Evde huzuru kaçmıştı. Kızını, takıldığı serseri gruplardan çekemiyor, yılın büyük
bölümünü güney sahillerinde turist yatlarında geçiren oğluna para yetiştiremiyordu. Çok
geçmeden şirket iflasını ilan etmiş, yönetim kurulu tasfiye kararı almıştı. O ise lüks ve üst
düzey yaşamaya alışmıştı. Sürekli akan gelir kaynağı kurumasına rağmen borçları, yüklü
miktarda senetleri öylece duruyordu. Tırmalayarak çıktığı yerden hızla iniş dönemiydi
artık. Oğlunun kredi kartı “ekstre”lerini ödemek için arabasını satmak zorunda kalmış,
kızının alış-veriş ettiği mağazaların telefonlarına çıkmaya utanır olmuştu. Durmaksızın
sağanak halinde, peş peşe geliyordu olumsuzluklar. Kullananları deli diye nitelediği
psikiyatrik ilaçlardan avuç avuç yutar olmuştu. Sahip oldukları, elinden hızla çıkıyor,
giderek yalnızlığın karanlık sularına yelken açıyordu.
Başını ellerinin arasına alıp geçmişini sorguladığı bir akşam, yükselme hırsı ile harcadığı
kişiler film şeridi gibi geçti gözlerinin önünden. Yerine göz koyar diye sürgün ettirdiği
kalifiye eleman, o genç adam, istifa sonrası kim bilir maaşsız ne sıkıntılı günler
yaşamıştı!.. Düşlediği makama getirilmesinden endişe ettiği o tecrübeli müdür
yardımcısına attığı iftira sonucu, adamdan uzun süre haber alınmamıştı. O günlerde çok
24sefil hallere düştüğü, hatta seyyar satıcılık yaptığı söylendiğinde, hırsla onu diskalifiye
etmenin gururu, vicdanının sesini bastırmıştı. Oysa şimdi acınacak haldeydi. Makam,
para sahibiyken kart gönderen, telefon eden, çiçek yollayan dostlardan haber yoktu.
Yanında yetiştirdiği,iş öğrettiği gençler bile vefasız çıkmıştı.
Babaannesinin yaptığı gibi hiç gitmediği mekânlardan birine, şehrin tek türbesine gitmek
için yola çıktı. Sonbahar rüzgârları söğüt yapraklarını caddelerde raks ettirirken parke
taşlı yoldan önce camiye sonra da türbeye yöneldi. İçleri rahmet ümidiyle dolu diğer
insanlar gibi ellerini açtı Rabbine. Geçmişe, yaşadıklarına, insanlara yaşattıklarına
pişmandı. Tövbe ediyor, ağlıyor, affı için yalvarıyordu. Bir zamanlar türbeleri, camileri
fakirlerin avuntusu görür, aşağılardı. Oysa şimdi ayakları kendiliğinden buraya gelmişti.
Vakit akşama doğru yaklaşırken cami avlusundan çarşıya doğru çıktı. Cami kapısına
tekrar baktığında başında örme takkesi, üzerinde eski pardösüsü ile ayakkabılarını
giyen adamı bir yerden gözü ısırıyordu. Saçları beyazlamış, ıstırapların yüzüne derin
çizgiler attığı bu adam, makamını daha erken alabilmek için iftira attığı, kovuluşuna
zemin hazırladığı müdür yardımcısından başkası değildi. Yanına gidip helallik almalıydı.
Gururu izin vermedi önce. Ama yendi gururunu, selam verdi. Adam selamı alınca titrek
bir sesle : “Beni tanıdın mı?” dedi. Adam, acı bir gülümseme ile “Hiç unuttum mu ki?”
diye cevapladı.
Koluna girdi adamın.”N’olur bağışla, hakkını helal et, sana çok kötülük ettim, bilmediğin
nice şeylerin altında ben vardım” dedi yarı ağlamaklı vaziyette. O ana dek yüzüne
bakmayan adam, başını çevirdi:
-Helallik öyle mi?Kolay mı sanırsın helalleşmeyi?..
25-Bağışla beni... Bilemedim, hırsıma yenildim, cahillik işte. Hakkını helal et lütfen, ben de
düştüm bak, diye sızlandı.
-Demek, düşünce anladın öyle mi? Düşünce herkes anlar, maharet; düşmeden önce
düşmüşlerin halini anlayabilmekte, dedi ak saçlı adam.
-Tamam, yüzüme tükür istersen, ne dersen kabul. Ama hakkını helal et. Olan oldu bir
kere.
Adam, kolunu onun kolundan sertçe çekip aldı, biraz hiddetlenerek, başını kaldırdı ve
yüzüne bakarak konuşmaya başladı:
-Helallik öyle mi? Hangisinden başlayalım istersin? Hangi hakkı ödeyebileceksin ki,
konuşuyorsun, ha?!..
Konuşacak oldu ama adam izin vermeden peş peşe, yüksek sesle sıraladı cümleleri:
-Bilmediğimi mi sanırsın? Güzelim çalışma ortamını hırslarınla boks ringine çevirdin.
Hakkımda olmadık iddialar yaydın. Senin yüzünden işimden oldum. Sonraki günlerde ben
işsizken sen sefa sürüyordun. Tam bir yıl maaşsız gezdim. Hanımın kolunda, benim
elimde ne varsa gitti. Zaten fazlaca birikimim yoktu. Bu süreçte olanlar da eridi. Kendime
uygun iş bulamayınca sıradan işlere razı oldum ve düşük bir maaşla emekli oldum.
Şimdi söyler misin, helalleşmek; çiğnenen hakları iade etmek ise; sen benden çaldığın
neyi ödeyebilirsin ki?.. Diyelim ki; maddi kayıplarımı iade ettin, ya manevi kayıplarım? Ya
yıkılan onurum, zedelenen şahsiyetim, yok yere çamur attığın itibarımı nasıl iade
edeceksin?.. Eşimin, çocuklarımın yıkılan hayallerini, duygularını, kırılan kalplerini tamir
edebilir misin? Haydi konuş, cevap versene! Susmaaa!.. Konuuuuş!..
26Adamın sözleri onu bitirmişti. Demek; hiç kimse saf değildi. Kendini kurnaz sananların
çevirdikleri dolaplar er geç fark ediliyordu. Hiçbir şey diyemedi. Son bir cesaretle:
-Benim affıma hiç mi imkân yok? Diye mırıldandı. Ak saçlı adam:
-Affı olmayan günah yoktur. Var git, önce hayallerini çaldığın diğer insanların gönlünü al.
Geceler boyu yalvar Rabbine. Allah’ın seni affettiği hissi kalbine gelene kadar yalvar,
yakar Ona. Şayet Allah seni affederse, bil ki o an ben de affetmişimdir. Allah’ın kudreti
yanında ben kimim ki?..
Bunları söyleyip yüzüne bakmadan sert adımlarla uzaklaştı adam. Ardından seslendi:
-Tekrar görüşür müyüz?
-Hiç şüphen olmasın!.. Herkesin buluştuğu büyük günde tekrar görüşeceğiz, hiç şüphen
olmasın!...
............
Dostlar;
Hayatın amacını; sadece yükselmek, hangi yöntemle olursa olsun üstün olmak şeklinde
algılıyorsanız, unutmayınız ki; yükselmenin en alçakçası; mazlumların omzuna basarak
yükselmektir. Peşinizi kovalayan “ahh” lar, sitemler, kahırlar er geç ağır bedeller
ödetecektir size.
Bazı kavramları dilimizde sakız gibi ne kolay çiğniyoruz değil mi? Dille helalleşince
kurtulduğumuzu sanıyoruz. Yanlışlarımıza karşılık, insanlardan sözle helallik almanın
geçerli olduğuna ben pek emin değilim.
Ya siz?!...