Hoca efendi kürsüde vaaz ediyormuş. Konuşma sırasında sık sık da anlaşılmaz sözler söylüyor.
- Koyuncu kazandı, koyuncu kazandı, diye de feryadı basıyormuş.
Cemaattan bazıları bu sözün ne mânaya geldiğini merak edip sormuşlar
- Hoca efendi, zaman zaman koyuncu kazandı, diye feryad ediyorsunuz, kimdir bu koyuncu, neyi kazandı?
Hoca şöyle bir içini çekmiş, sonra da başlamış anlatmaya:
- Biz üç arkadaş bir yerde oturmuş, sohbet ediyorduk. Ansızın nur yüzlü aksakallı bir zat çıkageldi yanımıza, ilk sözü şu oldu. Rabbinizden ne dilerseniz kabul olacak, hemen isteyin, icabe saatındasınız. Yanımdaki açıkgözlülük edip hemen zengin olmak istediğini söyledi, ben de ilim sahibi olmayı diledim, koyuncu da hayırlı âkıbet istedi. Nur yüzlü zat da ellerini açıp:
- Ya Rab, bunlara istediğini lutfeyle, diye yalvardı. O anda gözden kayboldu. O'nun Hızır Aleyhisselam olduğuna kani olduk. Aradan zaman geçti, arkadaşımın ilki, istediği servete o kadar sahip oldu , işleri o kadar çoğaldı ki, beş vakit namaz şöyle dursun artık Cumaları dahi zor geliyor camiye.
Ben ise dilediğim ilme sahip oldum, işte sizlere vaaz verecek duruma eriştim. Ama beni dinleyenler pırıl pırıll gözyaşı döktükleri halde, henüz benim gözümden tek damla yaş döküldüğünü hatırlamıyorum.
Koyuncu arkadaşımın halinde ise, çok güzel gelişmeler var. O, bulunduğu halini günden güne geliştiriyor, hayatını, kademe kademe hayırlı akıbete doğru ilerletiyor. Demek onun duası da hayırlı akıbeti için kabul olmuş. İşte bu hâdiseyi hatırlayınca koyuncu kazandı, demekten kendimi alamıyorum. Keşke ben de hayırlı akıbet isteseydim.
Evet, bu bir gerçektir, işin sonu mühimdir. Bulunduğumuz hâlimiz çok iyi ve güzel olabilir. Ama bu çok iyi ve güzel hâlimizi son nefese kadar devam ettirecek miyiz? Yoksa zamanla iyi hâlimizle gurura kapılacak, kendimizi bir varlık görecek, kötü akıbete mi gideceğiz? İşin bu tarafı hemen her İslâm büyüğünü meşgul etmiş, hepsi de Resûl-i Ekrem Efendimizden öğrendikleri şu duayı ısrarla tekrarlamışlardır:
- Allah'ım, akıbetimi hayreyle!
Bu konuyu Şah-ı Nakşibend Hazretleri'nden bir misalle hükme bağlayalım. Bulunduğu hâli pek güzel olan bir keramet sahibinden bahsederken derler ki:
- Öyle iyi amelli bir zat ki, seccadesini havaya atıp üzerinde namaz kılıyor!
Dudağını büker büyük veli:
- Mühim değil, kuşlar da yapıyor aynını, der.
- Sadece bu kadarda değil, Dicle suyu üzerinde de yürüyor, batmadan boğulmadan geçip gidiyor.
Yine dudağını büker büyük veli:
- O da mühim değil, balıklar da yapıyor aynını, der.
Bu defa da şöyle derler:
- Efendi Hazretleri, o mühim değil, bu mühim değil. Sizce mühim olan nedir öyle ise?
Büyük zat gerçeği şöyle açıklar:
- Mühim olan o yüce hâli son nefese kadar devam ettirmektir, devam!
Anladınız mı şimdi mühim olanın ne olduğunu?
Evet gerçek budur.
Yazımızı Fatih Camii'nin baş imamı merhum Mustafa Efendi'nin dilinden düşürmediği sözüyle bağlayalım:
- Ne oldum deme, ne olacağını düşün; akıbet mühimdir, gurura kapılma peşin!