Bir zamanlar bir Râfızi ile bir Yahudi münâkaşa edip dövüşmüşlerdi. Allahu Teâlâ, köpeği domuz üzerine musallat eder. Yahudi, Râfızîye bir tane vurup gözünü çıkarınca, Râfızî, Yahudiyi tutup kadıya götürmüştü. Kadı:
- (Yahudiyi azarlayıp) bu adamın gözünü niçin çıkardın? dedi. Yahudi şöyle cevap verdi:
- Efendim, mahşer günü Râfızîler, Yahudilerin bineği olup, her Yahudi, bir Râfızî'nin üzerine binerek cehennem ateşine gideceklerini duydum. O günde benim bineğim bu olsun diye gözünün birini çıkardım. Çünkü, hafızam zaif, görüşüm azdır. O gün belki binecek bir Rafızî bulamam. Yaya olarak cehenneme gitmem icab eder. Bir gözü çıktığı için bulmam kolay olur. Cehenneme yaya gitmektense, tek gözlü merkebe binmek daha iyidir, dedi. Kadı efendi ve orada bulunanlar Yahudinin bu sözünden hoşlandılar, Rafızîyi azarladılar.
Gerçekten Rafızîlerin, Allahu Teâlâ katında ve insanların yanında bütün milletlerden kötü olduklarında şüphe yoktur. Çünkü kâfirlerin, inadlarına, batılda olsa birer cevapları vardır. Şiilerin hiçbir delilleri yoktur. Bu sebeble Molla Cami (kuddise sirruh) Hazretleri Rafızîler hakkında aşağıdaki şiiri söylemiştir:
Rafızî kıyamette Yahudi merkebidir,
Yularından tutanlar, hem cahil hem mülhiddir.
Hiristiyan, elinde demirden sopasıyle,
Merkebi cehenneme kadar hep sürecektir.
Allah ve Resûlünün, yüzbinlerce lâ'neti,
Merkebe ve binene, çekene, sürenedir.
Şiîler kıyamette başka bir topluluk olup suâlsiz ve azabsız cennete gireriz ümidi ile cennete doğru yol alıp, bir cennet kapısına gelirler. Kapıda Hazreti Ebû Bekir (RadiyAllahu anhu)'in kevser şarabını müslümanlara içirdiğini görürler.
- Biz dünyada bunu sevmezdik. Şimdi de onun elinden Kevser şarabını içmeyiz, onun bulunduğu kapıdan cennete girmeyiz, derler. Cennetin başka bir kapısına varırlar. Orada da Hazreti Ömer (RadiyAllahu anhu)'in kapıda durup, mü'minlere Kevser şarabını dağıttığını görürler. Yine inadları üzere:
- Biz bunu dünyada sevmiyorduk, şimdi de bunun bulunduğu kapıdan girmeyiz ve onun elinden Kevser şarabını içmeyiz, derler. Oradan ayrılıp cennetin başka bir kapısına giderler. Orada Hazreti Osman (RadiyAllahu anhu) mü'minlere kevser şarabını dağıtmaktadır. Onu görünce yine:
- Biz bunu dünyâda sevmezdik, onun bulunduğu kapıdan içeri girmeyiz, onun elinden Kevser şarabını da içmeyiz derler. Buradan da ayrılıp cennetin bir başka kapısına giderler. Orada Hazreti Ali (RadiyAllahu anhu)'yi görürler. Bunlara:
- Hazreti Ebû Bekir, Ömer, Osman (RadiyAllahu anhu)'ın bulundukları kapılara uğramadınız mı? onlardan Kevser şarabını içmediniz mi? diye sual buyurur. Şiîler:
- Biz onları dünyada sevmezdik, bu sebeble onlardan Kevser şarabını içmedik, bulundukları kapılardan içeri girmedik. Biz dünyada iken seni severdik. Senin elinden Kevser şarabını içmek ve senin kapından cennete girmek isteriz, derler. Hazreti Ali:
- O üç büyük halîfeden izin almayınca cennete girilmiyeceğini bilmiyor musunuz? Kevser şarabından da içirmiyorum. Yıkılın buradan! buyurur.
Hazreti Ali (RadiyAllahu anhu)'den de yüz bulamayan Şiîlerin artık kanları başlarına çıkmıştır. Yanlış yolda olduklarını, belâya uğradıklarını anlarlar. Bin kere pişman olmuşlardır. Fakat bu son pişmanlıklarının faidesini göremezler. Şiîler bu felâkette iken her Râfızîye bir Yahudi gönderilir. Yahudiler:
- Şimdiye kadar sizleri arıyorduk, nerelerde geziyordunuz? derler. O sırada her Râfızîyi, birer Hıristiyan gelip, sakalından tutarak çeke çeke mahşer yerinde gezdirirler. Bütün mahşer halkı arasında rüsvay olurlar. Allahu Teâlâ bizleri korusun, zebâniler gelip, hepsini bu hâl ile cehenneme sürerler. Mahşerdekiler bunlardan nefret edip, yüz çevirirler.