Yıllardır sözleşmeli olarak çalıştığı iş yerinden kocasına verilen ani çıkışla hayatları alt-üst
olmuştu. İşletmenin lojmanından ayrılıp tekrar kiracılığa, üstelik daracık bir eve çıkmak;
aylardır maişetsiz, hep içerden harcamak Ayşe Hanım’ın sinirlerini iyice germişti.
Çocuklara yeni elbise, okul masrafları derken bıçak kemiğe dayanmış, sıkıntının derinliği
artık mutfağa da yansımaya başlamıştı. Bir türlü iş bulamamıştı kocası.
Tuhaf adamdı. Tüm muhtaçlığına, garipliğine rağmen misafirsiz sofraya oturmama
huyunda direniyor, illa “çorbaya bereketli bir kaşık girsin” diyordu. Bulundukları yer,
kasabanın istasyon mahallesi idi. Şehirden trenle dönenler buradan minibüslerle çıkardı
civar köylere.
Yolculardan arabası geciken birini; yukarı köyün çiftlik sahiplerinden Hacı Osman’ı ısrarla
getirdi akşam yemeğine. Misafiri odaya buyur ettikten sonra eşiyle konuşmak üzere
mutfağa girdiğinde Ayşe Hanım öfkeyle patladı: “Akşamın dar vaktinde gene mi misafir?
Mutfakta ne var diye sormak yok; ama misafiri tutup getirmek var öyle mi? Yetti
artık!..Yetti!..”
Öfkeye öfke ile karşılık vermek ateşe benzin dökmekti. Alttan alarak konuşmayı denedi:
“Hatun, o bir yolcu. Yerse nasibini yer. Hem adam, ezan okununca bakkaldan bisküvi
5aldı. Nafile oruçmuş. Bisküvi ile kalmasına dayanamadım, çorba içmeye çağırdım” dedi.
Ayşe Hanım, ayların bunalımı ile kolay sakinleşecek gibi değildi. Aynı tonda bağırdı:
“Bana ne oruçsa!.. Oruç tutan kendine!..”
O mütevekkil, sabır ırmağı kadın gitmiş, yerine bir öfke çağlayanı gelmişti sanki. Sustu...
Misafire ayıp olmasın diye hemen içeri geçtiler. Akşam yemeği suskun yeniyor, sofrada
kaşık seslerinden başka bir şey duyulmuyordu. Hacı Osman, birkaç kaşıkla doydu zaten.
Acele ile akşamı kıldıktan sonra pek çok dualar etti ve az sonra gelen cipe binmek üzere
müsaade istedi. O giderken Ayşe Hanım, kızgınlığına pişman olmuştu çoktan; ama iş
işten geçmişti. Allah’tan, misafire yansımamıştı olanlar.
İki ay sonra Ayşe Hanım’ın kocası, ölümcül bir rahatsızlık ile yatağa düştü. Son
günlerinde hep şöyle mırıldanıyordu: “Merak etme hatun, Allah bizi boş bırakmaz. Ben
ölsem de kalplerdeki itibarım, hayır ve hasenatımın bereketi gül gibi yaşatır sizi.”
Kocasının ölümüyle bir kez daha yıkılmıştı. Artık işin de önemi yoktu, çalışacak insan
olmadıktan sonra. Beterin beteri dedikleri bu olsa gerekti. Okuyanlar, emekleyenler ele
avuca bakıyordu. Koca aile nasıl geçinecekti?.. Kış, yavaş yavaş serin yorganını tabiata
örterken ne kilerde erzak, ne de bodrumda kömür vardı. Komşuların desteği ile nereye
kadar gidilebilirdi ki?..
Bir gece peş peşe sertçe vuruldu kapı. Dışarıda bir kamyon motorunun homurtusu ve
birkaç gölgeden başka bir şey sezilmiyordu. Kapıyı açtı. Orta yaşlı bir adam: “Yenge biz
yukarı köyden geliyoruz. Kamyonda biraz erzak ve yakacak var. Yer göster indirelim
“dedi. Şaşırmıştı. “Kimsiniz?” diye sormaya bile cesaret edemeden açtı kileri ve
6bodrumu.
Alacakaranlıkta adamlar çuval çuval kuru gıda indiriyorlardı. “Biraz var.” Demişlerdi; ama
nereden baksan altı aylık erzak vardı kamyonda. İnce kıyılmış çam ve meşe odunları da
itina ile dizildi bodruma. Sonra torba torba kömürler indirildi. Adamlar kamyona binip
dönmeye hazırlanırken “Siz kimsiniz, kim yolladı bunları?” dedi sesi titreyerek. Kâhya
olduğu anlaşılan, pala bıyıklı olanı yeleğinin cebinden bir kağıt çıkardı ve uzattı: “Bunu
okursunuz. Bize söz düşmez. İşimizi yaptık. Haydi allahaısmarladık” dedi. Kamyon
karanlığa toz bulutları sürükleyerek uzaklaşırken evin merdivenlerinde açtı pusuladaki
notu: “Yenge, aylar evvel bir gece hanenizde iftar etmiştim. Sizi ve merhum eşinizi çok
sevdim. Azımızı çoğa sayınız. Yine ihtiyaç olursa beni arayınız. Selamlar. Hacı Osman.”
Sözlerin tükenip yorumların iflas ettiği andı şimdi. Eve girerken; misafirin gelişini,
öfkesini, kocasının vasiyet gibi sözlerini ve aylardır çekilen ıstırabı düşündü. Sevinç,
hüzün, korku, şükür ve isyan ancak bu kadar iç içe yaşanabilirdi.
............
Dostlar;
Kalbinizle yaptığınız hiçbir şey zayi olmaz. (Bakara 158-215-272-274, A. İmran 115,
Hacc 77, Kasas 54, Zilzal 7) Onlar bir gün bereket kanatları ile uçup gelecek size.
Hem de binlere sığmayan misliyle.
Ümidinizi yitirmeden iyi insan olmaya ve iyi amellere tutunmaya devam ettikçe.