Bağdat’ın zeki çocuklarından Cüneyt 7-8 yaşlarında iken bir gün babasını ağlarken gördü.
“Neden ağlıyorsun babacığım?” diye sordu.
Babası, “Dayın Sırr-ı Sekatiye zekât için bir kaç gümüş yolladım, almadı. Yoksa ben ömrümü Allah adamlarının beğenmediği şeyleri kazanmak için mi geçiriyorum?” dedi ve hıçkırıklara boğuldu.
Küçük Cüneyt bu defa, “Müsaade edersen bir de ben deneyeyim” dedi.
Babası, “Alacağını zannetmem ama sen bilirsin” deyip müsaade edince Cüneyt dayısına gitti. Elinde babasının dün kabul ettiremediği gümüş kesesi vardı.
Cüneyt kabul etmesi ricasıyla gümüşleri dayısına uzattı.
Büyük velî Sırr-ı Sakati gülümsedi ve elini çekerek, “Hayır Cüneyt!” dedi.
Cüneyt, “Adaletiyle babama vermeyi emreden, lütfuyla seni de almak hususunda serbest bırakan Allah için al!” der.
Bu büyük söz karşısında Sırr-ı Sekati söyleyecek bir şey bulamadı. Kucağını açtı. Ve “Hem gümüşleri kabul ettim, hem de seni!’ dedi.
Genç Cüneyt o günden sonra dayısı Sırr-ı Sekati’nin ellerinde terbiye gördü. Kendisini Cüneyd-i Bağdadî yapan İlâhî sırları ve yüksek feyizleri bu kapıda elde etti.