An­ne­ni­zin Dua­sı­nı Alın

Hin­dis­tan ve­lî­le­rin­den Mu­ham­med Maz­har haz­ret­le­ri an­la­tı­yor. Bâ­ye­zid-i Bis­tâ­mî haz­ret­le­ri, ta­sav­vuf yo­lun­da kırk yıl ça­lış­mış, an­cak ar­zu et­ti­ği de­re­ce­ye ka­vu­şa­ma­mış­tı.
Bu üzün­tü­sü­nü ho­ca­sı­na an­la­tıp, sor­du bir gün:
- Bu­nun çâ­re­si var mı ho­cam?
- El­bet­te var.
- O ne­dir efen­dim?
- An­ne­nin du­âsı­nı alır­san, mak­sa­dı­na ka­vu­şur­sun.
Se­vinç­le çık­tı hu­zur­dan.
Ama an­ne­si baş­ka mem­le­ket­tey­di. Üşen­me­di, düş­tü yol­la­ra. Haf­ta­lar sü­ren yol­cu­luk­tan son­ra ge­lip çal­dı ka­pı­sı­nı.
An­ne­si ses­len­di içe­ri­den:
- Kim­dir o?
- Ben gel­dim an­ne­ci­ğim. Oğ­lun Bâ­ye­zid.
Ka­dın­ca­ğız se­vinç­le açıp sa­rıl­dı oğ­lu­na.
- Hay­ro­la ev­lâ­dım, ni­çin gel­din?
- Duâ­nı al­ma­ya gel­dim an­ne­ci­ğim.
Ka­dın­ca­ğız aç­tı el­le­ri­ni, yal­var­dı:
- Yâ Rab­bî! Oğ­lu­mu ka­vuş­tur mu­râ­dı­na!
Haz­ret-i Bâ­ye­zid, kırk yıl­dır ka­vu­şa­ma­dı­ğı ma­ka­ma, o an­da ka­vuş­tu.